Prof. Dr. Enis Yetkin İle Röportaj

    1963 yılında Ankara Tıp Fakültesi’ni bitirdim. 1969-1973 yılları arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahide ihtisasımı tamamladım. Kıymetli hocam Prof. Dr. Sermet AKGÜN 1973’te Ege Üniversitesi Tıp Fakültresi’nde 2. Genel Cerrahi Kliniğini kurmak üzere İzmir’e gelirken beni de davet etti. O günden beri Ege Üniversitesi‘nde önce Doçent sonra Profesör olarak göreve devam etmekteyim.
           
 1) Siz endokrin cerrahiye Türkiye’de gönül ve emek veren hocalarımızdansınız. Niçin endokrin cerrahisini tercih ettiniz? Başlangıçta ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Özellikle yaşadığınız zorluklarla ilgili bir anınızı anlatır mısınız?

             Hocam Prof. Dr. Sermet AKGÜN çok ileri görüşlü idi. Kendisi genel cerrahinin yanında proktolojiye öncelik vermişti. Yanında çalışan bizlere, bir konuya ağırlık verirsek, daha başarılı olacağımızı söyleyip, ‘ben size destek olurum’ diyordu.

             1979 sonu Endokrinoloji bölümü, kliniğe, çok büyük, dev bir guatr gönderdi. Gezdiği bir çok yerde kimse ameliyat etmeye yanaşmamıştı. 31 Aralık yılbaşı arefesi ben ameliyata girdim ve sorunsuz bir ameliyat oldu. Prof. Dr. Taylan KABALAK ve endokrinolojiden diğer hocalar odama ziyarete geldiler. Teşekkür ettiler ve bundan sonra endokrin vakalarını bana göndermeyi teklif ettiler. Ben damar cerrahisi, akciğer cerrahisi, gastrointestinal cerrahi gibi zor ameliyatları yaptığımı, bir tek tiroide bağlanamayacağımı söyledim. O zaman  paratiroid ve adrenal cerrahisi çok nadir yapılıyordu. Sayın hocalarım beni anlayışla karşıladılar. Ama zor vakaları da bana yönelteceklerini söylediler.

             1980’de Amerika Birleşik Devletleri’nde Wisconsin Medical College’a gittim. Dört aylık çalışmam esnasında, obezite cerrahisi için haftada bir gün başka hastaneden hoca geldiğini, memenin tamamen ayrıldığını ve branşlaşmanın önemini gördüm. Hatta kendileriyle dalga geçerek ortopedistlerin podiatriye (ayak ve bilek sağlığı bilimi) ayrılmakla kalmayıp, ileride ayak başparmağı podiatristlerinin ayrılacağını ifade ediyorlardı. Ben de bunun üzerine dönüşte genel cerrahi yanında tiroide ağırlık vermeye karar verdim.
           
 2) Başlangıçtan bugüne endokrin cerrahisinde ne değişiklikler oldu? Endokrin cerrahisi nerede idi, nereye geldi?

             Asistanlık yıllarımda özellikle Basedow Graves hipertiroidi ameliyatları çok kanlı olurdu. Her hoca yapmazdı. Üç-dört şişe kan mutlaka hazır bulundurulurdu. Hormon tayinleri çok kaba ve güvensizdi. Proteine bağlı iyot ve bazal metabolizmaya bakarak hasta ameliyata alınırdı. Bu da ameliyat sonu hipertiroidi krizinin sık görülmesine sebep olurdu. Ameliyat sonu hastayı yoğun sedasyona alır, kendisini atmaması için penceresiz bir odada,  çarşaflarla yatağa bağlardık. Drenlerden gelen kanlı pansumanları günde birkaç kere değiştirirdik. Sinir ve paratiroidlere zarar vermemek için sıklıkla subtotal tiroidektomi uygulanırdı. Kesiler çok büyük tutulur, tiroid önü kaslar çoğunlukla kesilirdi.

             Şimdilerde konu ile ilgilenen kişiler komplikasyon oranını çok düşürdü. En azından hasta tarafa total tiroidektomi şart oldu. Minimal invaziv cerrahi, endoskopik cerrahi (özellikle adrenal cerrahide) yerleşti. Anestezideki gelişmelerle tiroid ve paratiroid cerrahisi günübirlik cerrahi haline geldi.
           
 
  3) Genç cerrahlara endokrin cerrahisi önerir misiniz? Nereden ve nasıl başlamalılar?

              1980 yılında muayenehane açmayı düşündüm. Nasıl olsa fazla hasta olmaz diye, bir kadın doğum uzmanının bürosunda,  aracı arkadaşlar yardımı ile bir odayı tuttum. Kadın doğum uzmanı abi Uşak’ta iplik fabrikası işletiyormuş. Arada kürtaj çıkarsa geliyormuş. Bir gün geldi. ‘Sen kimsin yahu’ dedi. Durumu anlattım. ’Deli misin oğlum? Bizden öncekiler doktorluğun balını kaymağını yedi, biz sütü yoğurdu ile yetindik. Size de suyu kaldı. Pılını pırtını topla git. Para doktorluktan kazanılmaz‘ deyip moralimi bozdu.

              Başlangıçta genel cerrahi hastalarını da ameliyat ediyordum. Ama ağırlık guatrda idi. Sonuçlar başarılı olunca hasta ve doktorların referansı ile sadece tiroid ve paratiroide bile yetişemez oldum. Genel cerrahi o kadar gelişti ve her branşın bilmesi gerekenler o kadar fazlalaştı ki bir konuda uzmanlaşmak özellikle üniversite yaşamında gerekli oldu.

             Genel cerrahi yapan arkadaşların sevdikleri bir branşa ağırlık vermeleri, o konudaki toplantı ve kursları takip etmeleri ve endokrin cerrahisine gönül veren arkadaşların endokrinoloji ile iyi ilişkiler kurmaları başlangıç için uygun olur.
              
 
4) Özellikle diğer branşlar ile endokrin cerrahların işbirliği konusunda ne düşünüyorsunuz? Örneğin endokrin cerrahlar İİAB, ultrasonografi yapmalı mı? Hasta takip etmeli mi?

             Endokrinologlarla, Nükleer Tıp uzmanlarıyla, ultrasonografi yapan radyologlarla ve Patoloji ile işbirliği yapmadan endokrin cerrahı olmaz. Biz, uzun yıllardır, bu branşlarla beraber konsey yapıp, sorunlu hastalarımızı paylaşıp, ortak kararlar alıyoruz. Hem hasta verilen karardan tatmin oluyor, hem de kararda gözümüzden kaçan aksaklıklar varsa onu düzeltiyoruz.

             Endokrinologlar ‘artık ultrasonografi tiroid muayenesinde 3. elimizdir, mutlaka kendimiz yapmalıyız’ diyorlar. Doğru bir görüş. Deneyim gelişene kadar tiroid ve paratiroid ultrasonografisinde uzman bir kişi çok daha fazla yardımcı olabilir.

             Günümüzde dizüstü bilgisayara bağlanan, ucuza alınan, küçük ultrason cihazları mevcut. Biz cerrahi kliniğinde kullanıyoruz. Fakat teferruatlı karar için (paratiroid adenomunun yerini saptama, boyun diseksiyonu hazırlığı gibi) tiroid ultrasonografisinde uzman kişilerden yardım alıyoruz.

             Ben ameliyattan sonra 3 ay guatr hastasının replasman tedavisini, bakımını üstleniyorum. Eğer hastayı bana yönlendirmiş olan bir endokrinolog varsa 3 ay sonra bakımı ona devrediyorum. Eğer hasta endokrinoloğa erişemiyorsa, hamile hasta dışında, kontrolleri ve doz ayarlamasını kendim yapıyorum. Kanser hastasını mutlaka nükleer tıp uzmanı ve endokrinoloji uzmanına devrediyorum. Ve beraber takip ediyoruz.

             Bu konuda acı bir hatıramı nakledeyim: Bir tıp talebesi dersten sonra geldi. Babasında nodül olduğunu ve onu ameliyat etmemi istedi. Ameliyatı gerçekleştirdik. Patoloji sonucu ‘papiller kanser’ çıkınca radyoaktif iyot aldı ve nükleer tıpta takibe alındı. İlk yıllar taramalar, kan testleri yapıldı. 10-15 sene sonra sadece tiroglobulin ve TSH takibine alındı. Bizim tıp talebesi civar illerden birinde ortopedi uzmanı olmuş ve her sene gelgitlerden bıkmış. TSH ve tiroglobulini Ankara Düzen Laboratuarına gönderip kendi takibe başlamış. Bu arada baba yaşlanmış. Çarpıntılar olunca kardiyoloji uzmanlarına göstermiş. Kardiyoloji uzmanı da 2 levotironun fazla geldiğini TSH’nın çok düştüğünü söylemiş. Levotironu 1’e indirmiş, TSH’yı da 3 civarına getirmişler ve hastanın çarpıntıları geçmiş. Bir süre sonra öksürük başlayınca tomografiler çekilmiş. Hastada silme akciğer metastazları tespit edilmiş. Süpresyondaki tümör, TSH’nin yükseltilmesi ile nüksetmiş ve hasta kaybedilmiş. Tiroid kanser hastası mutlaka cerrah tarafından değil, tecrübeli endokrinoloji ve nükleer tıp uzmanlarınca takip edilmelidir.